yetiş ya marx. medet ya lenin.
ya da 1 mayıs’a eleştirel bir bakış.
Sınıfsız, sınırsız, bayraksız, uyruksuz, cinsiyetsiz, farklı ama eşit bir dünya tahayyülü noktasında 1 Mayıs İşçi Bayramına ve iki yüzlü olana şükran mı duyulmalı?
1 Mayıs da kitlelerin afyonudur. tam olarak neyi kutluyoruz?
bu bizim hikayemiz ve artık hiçbir şeyi unutamam. satın alınan her şeyde işçilerin kanları, sömürülmüş emekleri var. sığ görüşlerin salt insan işçileri değil: çocukların, her renkten, her inanıştan, her türden insanların, sadece insanların değil; ineklerin, kuzuların, tavukların, laboratuvar farelerinin, köpeklerin, kedilerin, tilkilerin, yılanların, maymunların çalınmış özgürlükleri, vücut bütünlükleri bozularak parçalara ayrılmış bedenleri, ilaçların tahriş ettiği gözleri ve derileri, çalınan çocukları, çalınan derileri ve kürkleri, onların hayatları.
işçiler için öğrenilmiş ve korkuyla kabul edilmiş çaresizliktir bulundukları yer fakat insan dışındaki diğer canlıların bu sömürü, tecavüz ve katledilme düzeninde rızaları yoktur. rızaları alınamaz. filancanın protein ihtiyacını karşılamak üzere kendi irademle, hiçbir baskı altından kalmaksızın -yalnızca gerçeği, yalnızca gerçeği söyleyeceğime emin ederim- ayaklarımdan tavana asıp vurun şu boynumu, zaten ben bu dünyaya sucuk olmak için geldim diyen bir dana yoktur. onların mezarları çoğunlukla midelerdir. onlar tutsak alınmıştır. köle pazarlarında satılığa çıkartılırlar, gerektiğinde kafeslerce, tırlarca binlercesi sıkış ve tepiş, üst üste, kendi boklarına bulanarak ithal ya da ihraç edilirler. mazlum oradaysa, mazlumun yanında olunuz: mazlum neredeyse.
– her yerden geliyorum ve hiçe gidiyorum. biricikin mülkiyeti kimde?
Neden bireylikleri unutturulmuş köle insanları, kapitalizmin yarattığı bir kavram olan işçi sınıfı terimi ile kutsayayım? ögelikleri ve benlikleri unutturulmuş ve sınıf terimi içine hapsedilmiş milyonlarca insana salt insan olduklarını hatırlatmayayım da neden emeklerini sömürttükleri, istemedikleri işleri yaptıkları, kısacık hayatlarını rezil ettikleri için kendilerine teşekkür edeyim? bizi ya da beni rezil bir geleceğin kölesi, idame ettiricisi sanmasınlar. insan kendi kendiyle, kendi kendine konuşabilmeli, mütalaa edebilmeli. her insan şunu kendine sorabilmeli: bunu yapmaya hakkım var mı? bir canlıya bunu yaşatmaya hakkım var mı, bu hak mı? kendime bunu yaşatmaya hakkım var mı? aksi halde bana da ne.
sema kaygusuz bir konuşmasında kurban dili’nden bahsetmektedir. kurban dili diyordu, dünyanın en ahlaksız sorularına kapı açabilir, çünkü’ler yaratır. yapılanları, yaşananları ve yaşatılanları hafifletmek üzere çünkü ile başlayan cümleler kurar. korku ve itaatten beslenen kısmi refah ve huzur ortamı, utancın getirdiği sessizlik…
kelimelere takılınız. kelimelere ihtiyacımız kalmayan kadar tek sığınağımız kelimeler. her kelime yerine kullanılabilen bir kelime vardır: “şey”.
sosyalist dünya görüşü ile islam dininin ortaklaştığı bir nokta, ikisin de köleliği toptan kaldırmak gibi bir derdi olmamasıdır. kölelik kapitalizmden önce de vardı.
“yaraların benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum.”
kölelik islamda yasaklanmadı, lanetlenmedi; israfil oğulları ve kızları ve lut kavmindeki hemcins aşk gibi lanetlenmedi, şarap gibi haram kılınmadı. sosyalizm ise işçi köleliği kutsadı, tek dert üretim araçlarının mülkiyeti oldu. bütün pisliği yeryüzüne, yegane ve ilk evimize dökmek, “buraya çöp dökmek yasaktır”lanmadı. yeryüzündeki diğer paydaşlarımızın yaşam alanları ve hakları ve özgürlükleri gözetilmedi. çalışmanın ne menem kutsal bir şey olduğuyla ilgili cazip kılınmaya çalışıldı. kölelerin iktidarı, kulağa: korkunç, acıklı ve komik. sivil itaatsizliğe ve tembellik hakkına selam olsun.
– lars von trier’e de selam olsun.
beni onuncu köyden de kovmaya çalışacaklar ki zahmet buyurmasınlar, ben artık o köylerde durmam. neden hayatı yok eden emeği kutsayayım? dağların bağrını delen, derelerin önünü kesen, yeryüzünün fakat aslında kendi boynuna ilmiği geçiren aynı kişiler değil mi? geri kalanlar: azmettiriciler. sahip olarak, tüketerek. sinirlerimizi uyuşturalım. kaslarımızı gevşetelim.
bendeniz, cildinizi sabun gibi kurutmam.
kendimizi satalım, kiralayalım ama ne olur kendi hayatımızı yaşayamayalım olur mu? plastik üreten bir işçinin kendini bir seks işçisinden üstün görmesi nasıl bir kibire batmışlıktır? ölene kadar çalışalım, zeki müren sahnede, içşi ise şantiyede ölsün.
sizi bu kepazeliğe, bu kısır döngüye mahkum eden hiç kimseyi, sözde emeği, dökülecek kanınızı şehit sıfatı ile yücelterek devam etmenizi söyleyen kimseyi dinlemeyin. aç kalmanın onuru ancak yıkabilir tüm bu düzeni fakat önce aç kalmayı göze almak lazım. öldükleri zaman arkalarından güzel şeyler söyleyelim, şarkılar, marşlar söyleyip anılarını mücadelemizde yaşatalım. mezarlarına çaput bağlayalım. yetiş ya marx. medet ya lenin. 1 mayıs da kitlelerin afyonudur.
ilkokullar, liseler, devlet daireleri bugün tatil, karşımızda devam eden inşaatta tarih 1 mayısı göstermiyor. 30 nisandan iki mayısa atlamışçasına tarih.
İtici güç efendiler miydi?
her bir mayıs; işçilerin işçi oldukları, ezildikleri, makinelere ellerini kollarını ve devlet emrine çocuklarını kaptırdıkları, patronları patron yaptıkları, ağaçların ve hayvanların gırtlağını patronların emri ile kestikleri, gecekonduları yine patronların emri ile yıktıkları, çocukları-doğayı öldüren tüm kimyasalların, silahların üretimini patronların emri ile yaptıkları ve tüm bunları ve benzerlerini işin gereği olarak yaptıkları, aslında tüm bunları yaparken ne denli “masum” ve “çaresiz” oldukları, bu düzene makinelerde kolunu kaptıracak yeni yeni çocuklar yaptıkları, savaşlarda ölecek çocuklar verdikleri için kutsandıkları bir gün. işçi, emekçi sınıfı kapitalist sistemin doğrudan üretimidir ve onun devamlılığını sağlayan en büyük kitlesel itici güçtür. inandığım şeyler için kandırdığım herkesten özür dilemeyi kendime borç bilirim. hatırlamalı ki “insan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar yapabilir.”
işin aslı şu ki kimse onları gerçekten önemsemedi. kimi için sayıca fazla bir kalabalıktan, iktidara giden yolun sayısal hesabından başka bir şey değillerdi. aç kalmanın onuruna zıtlık oluşturacak şekilde emre itaatle açtan hallice tok olmaya mahkum edildiğini düşünen ve aslında kendi zincirlerini tıngırdatan, kendi kendini prangalara vuran, vurmuş, vuracak insan topluluğudur.
Açlığın ve işsizliğin onuruna ve tembellik hakkına sarıyorum bir sonraki sigarayı. kendimi yazıyorum. hüküm vermeye kalkacaksanız, louis’in dediği gibi, “sizi tanımıyorum…”
“Tarih boyunca hiçbir sendika, işçilerinin silah endüstrisine katkıda bulunmalarını protesto için greve gitmiş değildir. Bir saat için bile.
Hatta, Hiroşima’nın bombalandığı ve tüm dünyanın ebediyen değiştiği o 6 Ağustos günü protesto için 1 saniye grev yapmamışlardır. Seçtiğimiz yüce sınıf, yani işçi sınıfı, bir kez olsun bunları protesto etmiş, aleyhinde bildiri dağıtmış ya da top, tüfek, tank ve füze yapımındaki kendi katkılarını protesto etmek için bir kez bile greve gitmiş değildir.
Oğullar ve kızlar, analarının babalarının yaptığı silahlarla öldürülüyor. İşçiler daha yüksek ücret, daha az iş saati için greve gidiyorlar. İnsanları öldürerek gelişen sanayi içinde oynadıkları role karşı grev yapmıyorlar.
İster sosyalist ister kapitalist bir ülkenin işçileri olsunlar, her ikisi de savaş mekanizmasını işler halde tutmak için çalışmışlardır. Her zaman ki gibi taraflar bu kez işçi sınıfı, işlerini muhafaza etmek ve gelirlerini arttırmak gibi kısa görüşlü çıkarlarını korumakla yetinmiştir.”*
*Cehenneme Övgü ~ Gündüz Vassaf
Bu yazıdan sonra alıp kendinizi karşınıza mütalaa ediniz, dilerim.